1 ay sonra…

2. Sınıf, 2. Dönem sonrası ikinci yaz tatili.

12 Temmuz 1974, Cuma, Beşikdüzü, Trabzon.

Meral için ikinci yaz tatilinin üçte biri bitmişti. Lakin son sınıfa başlangıç heyecanını ve seneye bu vakitlerde belki de ilk görev yerini öğrenme hayalini henüz doya doya yaşamaya fırsat bulamamıştı. Zamanının büyük bir bölümü yaz tatili için çok da eğlenceli bir etkinlik sayılmayan fındıklık otu biçmekle geçiyordu. Çünkü yüzde sekseni nem olan temmuz sıcağında nefes almak bile güç iken, dizlere kadar gelen otları, içinde hangi canlıların yaşadığını bilmeden, üstelik oturularak biçme cesaretini Mevlide Hanım haricinde gösteren sadece o vardı. Dualar eşliğinde biçtiği otlardan en azından bugün soğukkanlı bir hayvan ile karşılaşmadığı için mutlu bir şekilde eve yürümeye başladı. Kan ter içinde biçip sırtına yüklediği taze otu -o saate kadar kaynağında tüketen ineklerin, belki biraz da hazıra konmak için arkasından takibi ve yemeye çalışma çabası eşliğinde- ahıra götürdü.

Mevlide Hanım vakit kaybetmeden ahıra giriş yapan inekleri yerleştirip, biçilmiş otları istiflemeye başladı. Cuma namazına giden erkeklerin, sonrasında uğradıkları amcaoğullarındaki uzun sohbetleri, dönüşlerini ikindi namazına sarkıtsa da bir an önce ahırdaki işini bitirip yemek faslına geçmek istiyordu. Meral hariç tüm ev ahalisi erkekler ile cami yanına gitmişti.

Kendini çok yorgun hisseden Meral, dinlenmek üzere içeri geçmeden önce elini yüzünü yıkamak istedi. Evin bahçeye bakan duvarındaki çeşmeyi tam açmıştı ki duyduğu bir hışırtı ile irkildi. Etrafına baktı ama bir hareket yoktu. Sesin nereden geldiğini anlayamadı. Ön bahçeden yola doğru yürüdü. Anlam veremediği bir şekilde korkmuştu. Annesine seslendi ama ahırda olduğu için cevap gelmedi. Merdivenlerden patikanın başına kadar çıktı. Kimse var mı diye etrafı kolaçan etmeye başladı. Ortada kimse yoktu. Daha önce yaşamadığı bu korkunun anlamını aramak için yine bildiği en güvenli yere, annesinin yanına gitmeye karar verdi.

“Anne bir ses geldi, çok korktum bakar mısın?”

“Ne sesi?”

“Ne bileyim, çeşmenin yanından bir hışırtı geldi, baktım ama bir şey göremedim.” Köy yerinde, etrafta hışırtı gelecek onca şey varken, kızının duyduğu ses her neyse, gayet normal olmalıydı. Otların arasında fare arayan bir kedi olabilirdi örneğin, ya da çeşmenin altındaki boya bidonundan bozma kurnaya ulaşmaya çalışan bir kurbağa. Neden korksun ki? Bunu düşünürken, işinin bittiği ahırın ahşap kapı eşiğinden sağ ayağını atmıştı ki birden durup arkasını döndü:

“Eyvah, inşallah aklıma gelen başıma gelmemiştir!”  Panikle etrafına bakınmaya başladı. Eline ilk gelen, uzun fındık dalını alıp hızla çeşmenin yanına koştu. İşler yolunda gitmediği zamanlarda dilinden düşürmediği “Lâ havle ve lâ…” duasını mırıldanır ses tonu ile tekrarlayarak çeşmenin hemen yanından, evin üst katına kadar duvarın üçte ikisini kaplamış gelin duvağı sarmaşığına baktı. Açan mor çiçekleri çok güzel görünse de aynı zamanda birçok hayvan için iyi bir saklanma ve tırmanma alanıydı. Başından beri bu nedenle karşı çıkıp kesmeye çalışsa da Kadir Bey güzelliğine kıyamamış, bir şekilde ona engel olmuştu. Bazen göze güzel gelen şeyler, arkasında büyük tehlikeler barındırabilir düşüncesini zihninde yineledi ve ailesini olası bir tehlikeden koruma güdüsü ile sarmaşığa vurmaya başladı. Bir yandan da üzerine sıçramasından korkuyor, her vuruştan sonra bir iki adım geri çekilip sonra tekrar ileri giderek vurmaya devam ediyordu. Ve kısa bir an, çiçeklerin arasında usulca hareket eden o kuyruğu gördü. Bahçede, fındıklıkta şimdiye kadar onlarca yılan ile karşılaşıp hiçbir şey olmamış gibi işine devam eden Mevlide Hanım gitmiş, soğuk terler döken, evini korumak için sarmaşık ile hunharca savaşan biri gelmişti. Onu son gördüğü noktaya doğru, yorgan dövermiş gibi daha sert ve seri vurmaya başladı. Mor çiçekler kar gibi yere düşüyordu. Vurdukça vurdu. Gelin duvağı, neredeyse sadece çıplak dalları kalacak kadar yolunduğu halde, yılan ortalıkta yoktu.

Meral annesinin bu her zamankinden farklı ve korku dolu çabasını endişeli gözler ile sessizce izliyordu. Elinden bir şey gelmediği için daha fazla gerildi:

“Anne ben ne yapayım? Bana da bir şey söyle hadi.”

Mevlide Hanım, Meral’in sorularını duymuyordu. Balta almak üzere kan ter içinde ahıra doğru giderken mırıldanmaya devam etti:

“Engerek mi ne zıkkımsa geldi yine. Ne yapacağım şimdi ben? Kadir de yok. Allah’ım sen aklıma mukayyet ol!” Meral, sonunda annesinin savaştığı şeyin, daha önce konuşurlarken kulak misafiri olduğu, uzun zamandır ortada görünmeyen engerek yılanı olduğunu anladı. Köyde efsane gibi kulaktan kulağa dolaşan, erkek bileği kalınlığında, üç metre boyunda olduğundan ve zehirleyip öldürdüğü insanlardan bahsedilen o korkunç hayvan. Belki de bugün otları biçerken ya da biraz önce elini yıkarken hemen yanından geçmiş olabileceğini düşününce tekrar irkildi:

“Anne, babamları bekleyelim, ne olur. Bir koşu gidip çağırayım.”

“Yok, yok! Bekleyemem, onu bulmam lazım. Sen uzaktan bak, yılanı görürsen bana söyle.” Yerdeki çiçek ve yaprak yığınının altını kontrol etti. Yılan hâlâ ortada yoktu. Sarmaşığın toprak ile buluştuğu en dip ana gövdesine, biraz da duvara zarar verecek sertlikte baltayı sallamaya başladı. Kontrolsüz vurduğu için biri dala geliyorsa iki vuruşu toprağa denk geliyordu. Çok da önemsemediği bu durum birkaç dakika sürdü. Kökü ile bağı kesilen çiçeksiz ve yapraksız dalları aşağı çekip en azından gelin duvağının işini bitirdiği için biraz rahatlamıştı. Şimdi önünde kararını vereceği iki seçenek vardı. Ya düşüp bahçeye doğru kaçmış ve uzaklaşmıştır diyerek konuyu kapatacak, ya da bir yolunu bulup eve girmiş olma ihtimaline karşı savaşa devam edecekti. İkinci seçenek zor olsa da hafife alınacak gibi durmuyordu.

“Meral ben içeri girip bakacağım, sen kapının önünde dur. Bir şey görürsen bana seslen tamam mı?”

“Tamam anne.” İki eliyle vurmaya hazır havada tuttuğu baltası ile gıcırdayan ahşap basamaklara parmak ucunda yavaşça basarak üst kata çıkmaya başladı. Bir süre sonra gıcırdama kesilmiş, görüş açısından da çıkmıştı. Çatı arasına girmediyse, gidebileceği iki oda ve Kadir Bey’in küçük atölyesi vardı. Önce odalara girdi. Yılanlar sese odaklandığı için mümkün olduğunca sessiz ve yavaş hareketler ile dolaşıyordu. Meral’in gözü istemsiz bir şekilde annesini gelirken ilk göreceği yer olan merdivenlere takıldı. Köşeden dönüp geldiğinde “Gözümüz aydın evde yok.” diyeceğini umut ediyordu.

Köyleri birbirinden hayli uzak hanelerden oluşuyordu ve en yakın ev bitişik komşuları Ömer amcalardı. Bu iki eve ulaşabilmek için, patikadan bir kilometreden fazla yürümek gerekiyordu. Aynı patikayı kullanarak çevredeki bahçelerine nadiren gitmek isteyen köy halkı hariç, bahçelerine yabancı birinin gelme ihtimali yoktu. O nedenle patikanın başı, aile için bazen umut demekti, bazen korkulu bir bekleyiş. Bazen çok bekledikleri bir haberdi onlar için, bazen hiç beklemedikleri bir misafir. Şu anki umudunu patikanın başına benzetti ve istediği gibi çıkması için dua etmeye başladı. Ya babası geliversin ve annesine yardım etsin, ya da annesine güç versin bu musibetten kurtarsın.

Duasını bitirdiği anda merdivenden beklediği en son şeyin süzülerek aşağı inmeye çalıştığını gördü. Kısık sesle “Anne!” diye kendini duyurmaya çalışmanın nafile bir çaba olduğunu anlaması uzun sürmedi ve eline geçirdiği bir taşı engereğe doğru fırlattı. Annesi aşağıdan gelen sesi duyar duymaz indiğinde Meral bağırdı:

“Anne merdivenin altına giriyor, bak kuyruğu hala dışarda.” Davetsiz misafir merdivenin altında ahşap sofra ve oturakların konulduğu, önü lastikli bez ile kapatılmış bölüme vücudunun yarısından fazlasını gizlese de, kuyruğunun halen dışarda olduğunun farkında değildi. Ta ki Mevlide Hanım, balta ile kesse bile girdiği kuytudan döşemenin altına bir yol bulup kaçabileceğini düşünüp kuyruğunu tutana kadar. İki eliyle kuyruğundan sıkıca tutup çekmeye başladı. Fakat engerek öyle güçlüydü ki sanki içeride bir yere bağlanmış gibi kıpırdamıyordu. Kafasını çıkarıp can havliyle sağa sola saldırabileceğinden korkup Meral’i de çağıramadı. Geriye yaslanan bir açı ile çekmeye devam ediyordu lakin gelin duvağını döverken ve köklerini keserken kolları çok yorulduğundan uzun süre dayanacak gücü kalmamıştı.

Meral, annesinin zehirli bir engerek yılanını kuyruğundan tutup çıkarmaya çalıştığı o anın şoku ile dona kaldı. Durum aslında gerçekte de donmuş bir kare gibi göründüğünden bu şok anının bitmesi, iki kişiden birinin vereceği akıllıca bir karara bağlı gibi duruyordu.

Meral silkelendi ve ani bir kararla eve koşmaya başladı. Annesinin yanından geçerek hızla yukarı çıktı:

“Kızım ne yapıyorsun? Çabuk çık bırakacağım gücüm kalmadı.” Üst katta dolapların kapakları açılıp kapatılıyordu.

“Anne biraz daha gayret bir fikrim var.”

“Ne arıyorsun söyle?”

“Buldum.” O akıllıca karar nihayet verilmişti. Bulunduğu karanlık ortamın güvenli olduğunu düşünen ve kuyruğunu kurtarmaya çalışan yılanın, kuyruğundan kendisi vazgeçmeden önce direncini kıracak bir şeye ihtiyaç vardı. Evet naftalin! Bir yerlerde yılanların naftalinden hoşlanmadıklarını okumuştu. Gerçekten doğruysa denemenin tam zamanı diye düşündü:

“Anne içeri naftalin atacağım, inşallah kendi isteği ile dışarı çıkmak isteyecek. Dikkatli ol! Hazır mısın?”

“Hazırım at hadi. Sonra hemen dışarı çıkıp kuzineden kaynar su dolu ibriği al ve bekle. Söylediğimde boca edeceksin tamam mı?” Annesinin söylediklerini harfiyen uygulayan Meral, dışarı çıkıp beklemeye başladı.

Mevlide Hanım, naftalin sonrası direncinin azaldığını hissediyordu. Boşa düşüp yerde engerek ile kucaklaşmak istemediği için gergin bir halat gibi çekmeyi bıraktı. Yavaşça gelmeye başladı. Boyu üç metreye yakın olduğundan, kapıya doğru yaklaştığında kafası ancak çıkmıştı. Biraz önceki güç gösterisinden eser yoktu. Sersem gibi kafasını sağa sola beş on santim ancak hareket ettirebiliyordu. Zor da olsa kapı eşiğinden ön bahçeye kadar çıkarıp Meral’in gözlerine baktı. Meral ne yapması gerektiğini biliyordu lakin tehlikeli de olsa bir canlıya zarar vereceğini anladığı an tereddüt etti. Kötü bir niyetle orada olmadığına emindi. Doğal yollar ile belki de susadığı için çeşmeye kadar gelmiş, sonrada renkli gelin duvağını görünce dayanamayıp tırmanmaya karar vermişti. Evimize girip, birimizi sokup zehirlemek aklının ucundan bile geçmemişti belki de.

E-kitabın bu bölüm için devamı, basılı kitap sözleşmesi gereği kaldırılmıştır. Türkiye’nin önde gelen seçkin dijital kitabevlerinden satın alarak devam etmek için ana sayfada bulunan “Kitap Satış” linkine tıklayabilirsiniz.