2 ay sonra…

2. Sınıf 2. Dönem sonları.

18 Mayıs 1974, Cumartesi, Çorum.

İkinci sınıf bitmek üzereydi ve havalar iyice ısınmıştı. Yaklaşık bir ay sonra tatil için memleketlerine dönecek talebeler, çoğu zaman bahçede güneşin tadını çıkararak vakit geçiriyorlardı. Birinci sınıflar, arkadaşları ile ilk yılın muhasebesini yaparken, ikinci sınıflar, daha çok keyif aldıkları son sınıfların mezuniyet balosu hazırlıklarına yardım ediyorlardı. 

Bahar aylarının vazgeçilmez bir diğer etkinliği ise açık hava sinemasında Türk filmi izlemekti. Okul, öğrencilerini ayda bir kez çarşıda bulunan sinemaya götürürdü. Ücreti kendi harçlıklarından karşılandığı için katılım isteğe bağlıydı. Aylık bütçe yapılırken, o ay leblebili gazoz mu, yoksa açık hava sineması mı ağır basıyor, hesaplamalar ona göre yapılırdı. Çünkü okul bahçesinin dışına çıkmak ve film izlemek muazzam bir rahatlama kaynağı olduğu gibi zihnen de dinlenmelerini sağlıyordu. Özellikle gösterime yeni bir film girdiğinde heyecan doruğa çıkardı.  Hele bir de Ediz Hun, Filiz Akın ya da Tarık Akan filmi geldiğinde günler öncesinden filmin olası konusu ile ilgili sohbetler edilirdi. Mecmuaların ek olarak verdiği posterler yatakhane duvarlarını süsler, fotoromanlar elden ele dolaşırdı.

O yıl ocak ayında gösterime giren ve aylardır bekledikleri Tarık Akan filmi Mavi Boncuk, nihayet Çorum’a gelmişti. Üç numaralı yatakhanedeki sekiz kişi ile bu fikre kulak misafiri olarak ortak olan iki numaralı yatakhane sakinleri Cemile, Gülşah ve Nazlı ertesi sabah müdüriyete bu filme gitmek istediklerini ilettiler. Müdüriyet talebi değerlendirecek, sinema işletmesi ile görüşüp bir gün ve saat belirleyerek biletleri alacaktı. Bu güzel haberin bir an önce gelmesi için dua edip beklemeye başladılar. Bu bekleyiş, aralarından birkaç kişiyi sinemadan çıkınca çay bahçesi kaçamağı planı yapmaya itti. Meral önce bu durumu görmezden gelip sadece filme yoğunlaşmışsa da sonrasında en yakını Gülizar’ın beklemediği baskısı karşısında ikilemde kaldı. Üzüldüğü konu Gülizar’ın bu baskıyı aslında sınıf arkadaşları Cemile ve grubunun dolduruşu ile yapıyor olmasıydı. Kızlar her ne kadar masumane bir çay bahçesi sohbeti düşünseler de o, Cemile’ye altında bir bit yeniği olabileceği şüphesiyle güvenmiyordu. Sonra bu şüphesini güçlendiren ve başrolde de kendisinin olduğu senaryoyu duydu. Filme onlar ile birlikte Şerife Hanım gelirse, sinemadan çıkınca onu direk okula döneceklerine ikna edip eve gitmesini sağlayacak kişi rolü kendisine biçilmişti.  Böylelikle çay bahçesinde baş başa kalınabilecekti. Daha beş ay önce yaşadıkları korku dolu deneyimin etkisinden henüz kurtulamamışken, sonucunda neler olabileceğini bile kestiremediği bu rolü kabul etmesi mümkün görünmüyordu. En iyi ihtimalde bile değer verdiği öğretmenine yalan söyleyerek onu kandırmış olacak ve güvenini kaybedecekti. Aklına ilk gelen fikirle savunmaya başladı:

“Kızlar Şerife Hanım’ı da davet edelim. Birlikte çok güzel vakit geçiririz. Sohbetine doyum olmaz ha ne dersiniz? Böylelikle oyun oynamak zorunda da kalmayız.”  Gülizar, ataklara bam teline dokunarak devam etmek istedi. Bu yöntem, karşısındaki kişiye gücünü göstermesi için kanıt alanı açarken aynı zamanda ona inandığının altını çizerek sonuca çabuk gitmesini sağlamayı amaçlıyordu.

“Neden bu kadar korkuyorsun ki? Herkesin sevdiği, Onur Belgeli talebesin ve hepimizden fazla kredin var. Yasa dışı bir iş yapmayacağız ki, gazoz içip döneceğiz.”

“Korkmak derken tam olarak neyi kastettiğini anlamadım. İnanmadığın bir dava için savaşmayı reddetmek korktuğun anlamına gelmez. İkincisi aynı dava için krediyi tüketmek ne kadar anlamlı sence? Bilemiyorum, sadece her şeyi mahvetmek istemiyorum o kadar. Lütfen beni anlamaya çalışın. Lütfen!”

Selda, Meral’in üzerine fazla gidildiğini düşündüğünden, konunun uzayıp can sıkıcı bir hal almaması adına araya girdi.

“Aslında biraz derin düşünürsek Meral’e hak vereceğiz arkadaşlar. Kendi adıma istediğiniz şeyi hayatta yapamam. Kıpkırmızı olup saçmalarım. Meral’in de yalan söyleyerek onu ikna edebileceğini sanmıyorum, Şerife Hanım Meral’i biraz olsun tanıyorsa ki tanıyor, bence hemen anlar. O nedenle daha fazla uzatmayalım ha ne dersiniz?” Gülizar’ın ikna olmaya pek niyeti yoktu. Önce Selda’yı dinledi, arkasından tekrar Meral’e döndü:

“Ne yani şimdi Tarık Akan’ı izleyeceğiz sonra sessizce okula mı döneceğiz? Çok sıkıcı. Biz artık son sınıf sayılırız. Kimse bize kızamaz lakin diyelim ki yakalandık, sorumluluğu üzerimize alırız. Şerife Hanım’ın bir suçu yok, her şeyi biz planladık deriz.”

 “Gülizar ben bizzat yaşadım biliyorsun. İbrahim Bey ‘Sen öğrencisin ve yaptıklarının sorumluluğu, adı üzerinde sorumlu talim hemşiresinde’ dedi.” Bu sırada yatakhaneye Cemile ile en iyi arkadaşları Nazlı ve Gülşah girdi. Bir anda sus pus olan gruba yaklaştılar:

“Kızlar selam.” Gülizar, kimse araya girmeden çok çabaladığını lakin henüz sonuca ulaşamadığını ifade etmek zorunda hissetti:

“Selam Cemile. Meral, kuru kuru film izleyip gelelim diyor. Neymiş efendim Şerife Hanım’ı zor durumda bırakırmış. Müdürün yüzüne nasıl bakarmış.”

“Kuzum sizin içinizdeki çılgın genç kızlara neler oldu böyle? Sizlere ömür gibi davranıyorsunuz! Bilseydim daha önce taziyeye gelirdim. Gülizar dışında aranızda cesaretini kaybetmemiş kişi yok mu? Gülizar acaba yanlış grupta mısın?”

“Cemile şimdi konumuz bu mu arkadaşım?” Bu diyalog Meral’in hoşuna gitmemişti, daha fazla dayanamadı:

“Senin cesaret anlayışın gerçekten bu mu Cemile? Bize emek veren birini zor durumda bırakmak pahasına kural dışı hareket etmek mi? Kusura bakmayın ben sizin kadar cesur değilim. Gülizar eğer gerçekten Cemile’nin söylediği kadar çılgınsan onunla arkadaşlık edebilirsin!”

 “Bir dakika, Meral seni anlayamıyorum. Hadise buraya kadar nasıl geldi? Tek amacım biraz eğlenmekti. Siz Mualla ve Fatma ile sabah kahvaltıdan kaçıp bahçede leblebili gazoz partisi verip eğlenirken bizim Emel ile sesimiz çıktı mı? Şimdi biz bir şey isteyince mi kurallar çok önemli hale geldi?” Meral, kendi aralarında yaşadıkları etkinliği ve tatsızlığı, bilmemesi gereken, üstelik en yanlış kişilerin yanında konuşulmasını istemiyordu. Kaş hareketleri ile bunu belli etmeye çalıştı. Açıklama yaparak uzatmak ta istemiyordu. Sözcükler dudaklarından titreyerek istemsizce çıktı:

“Ama biz o zaman kimseye yalan söylemedik ve yaptığımız şeyden siz hariç kimse olumsuz etkilenmedi. Kusura bakma ama şu an tek sorun senin Cemile’nin dolduruşuna gelmen. Emel senin Gülizar’ın söyledikleri ile ilgili içinde kırgınlık var mı kuzum?”

“Yok. O zaman da söylemiştim. O olay orada kaldı.”

“Fatma?”

“Şey, hadi uzatmayalım artık kırgınlık olmasın.”

“Mualla?”

“Gülizar, o olayın içinde ukde kalmasına üzüldüm. Burada dile getirmen çok hoş olmadı. Konumuz aslında birkaç saatlik eğlence için arkadaşımızdan yalan söylemesini istemek doğru mu değil mi? Meral belki gerçeği söylesek Şerife Hanım’ın kendisinin bizi çay bahçesine götürebileceğini savunuyor. Haklı olamaz mı? İkna edebilirse gideriz. Hayır derse okula döneriz olur biter ne var bunda?” Tüm arkadaşlarının kendisine karşı görüş beyan etmesi karşısında neye uğradığını şaşıran Gülizar’ın ağzından tek kelime daha çıkamadı. Başını öne eğdi ve ayakta bekleyen Cemile ve iki arkadaşının arasından omuzlarına çarparak hızla dışarı koşmaya başladı. Cemile’nin gülümsediği bu diyaloğa kayıtsız kalması beklenemezdi:

“Meral ne demek dolduruşa getirmek? Ben kimseyi dolduruşa getirmiyorum. Sizin ebedi dostluğunuzdan çatırdama sesleri geliyor, siz suçu bana atıyorsunuz. Oh ne ala! Bir de şu leblebili gazoz olayı, kahvaltı kaçamağı nedir? Parti mi yaptınız?” Mualla ayağa kalkıp sinirli bir şekilde cevap verdi:

“Cemile lütfen gider misiniz? Hepsi senin başının altından çıkıyor, zeytinyağı gibi üste çıkmaya çalışma.”

“Aman tamam gidiyoruz. Sizin içiniz geçmiş zaten daha fazla kalamayız. Hadi kızlar.”  Cemile, Nazlı ve Gülşah ile birlikte odadan çıktı. Yatakhanede ortalığı bir anlık sessizlik kapladı. Hepsinin başı önde, gözleri doluydu. Ağlamamak için kendilerini zor tutuyorlardı. Meral çok gerilmişti. Ranzanın etrafında bir iki tur attı ve pencerenin önüne kadar gidip aşağı baktı. Derin bir nefes alarak, zor anlarda doğru kararı vermek için gereken ve zihnini boşalttığı o en sakin anı yakalamaya çalıştı.

“Ne yani şimdi Cemile’yi haklı mı çıkaracağız? Bu ebedi dostluk, böylesine basit bir olaydan çatırdayacak mı gerçekten? İnanamıyorum, ya amacı zaten bu ise! Kızlar Gülizar’ı bulalım.” İkiletmeden hep birlikte odadan çıkıp koridorda bulunan lavabolara doğru yürüdüler. Tahminleri, gidebileceği ilk yerin orası olduğu yönündeydi. Bulamayınca dağılmaya karar verdiler. Emel, Cemile’nin yatakhanesine, Fatma koridorlara, Mualla sınıflara, Meral ve Selda ise bahçeye bakacaktı. Meral lavabolardan sonraki en yüksek ihtimalin bahçedeki çınar ağacının altı olduğunu hissediyordu. Kendinden emin bir şekilde koşar adımlarla ve basamakları ikişer atlayarak alt kata inip bahçeye çıktılar. Gülizar oturup ağaca yaslanmış, kollarını dizlerinin ve başını kollarının üzerine koyup biraz önce yaşadığı olayın muhasebesini yapıyordu. Belli ki önce hıçkıra hıçkıra ağlamıştı. Meral’in omzuna dokunması ve ona bakması ricasına, omzunu yukarı aşağı kaldırıp indirerek “Hayır.” cevabı verdi. Meral elini uzattı ve “Kalkabilirsin Gülizar.” dedi. Gülizar, Meral’in okulun ilk haftası, ilk sohbetlerindeki hikâyeye atıfta bulunduğunu anladı ve istemsizce gülümsedi:

“Gülizar hep birlikte çok üzüldük. Kendimi baskı altında hissettim. Sen de öyle. Biliyorum ki sen, benim zor durumda kalmamı istemezsin. Hatırlıyor musun? Söz vermiştik. Birbirimizi kollayacağız, koruyacağız. Eksiklerimizi tamamlayacağız. Biz dostuz, hatalarımızı yüzümüze söyleriz, söylenmesini isteriz. Ne olur gel. Çıkalım yukarı kucaklaşalım. Kızlar da okula dağıldılar seni arıyorlar.” Gülizar bu kısa süreli yoğun muhasebe sorgulamasında aşağı yukarı Meral’in söyledikleri ile aynı sonuca varmıştı. Sonuçta arkadaşını zor durumda bırakacak kadar ısrarına şimdi kendisi de anlam veremiyordu. Bu suçluluk duygusu, onu utandırdığından olsa gerek, hemen ayağa kalkıp Meral’e sarılmasını engelliyordu. Ama bir yandan da konuyu uzatmak niyetinde değildi. Olaydan hemen sonra, zaman geçmeksizin dostunu yanında görmeyi beklemiyordu, mutlu oldu. “Gelmeyebilir, hatta uzun süre yüzüne bakmayabilirler.” diye düşünmüştü. Belki de birbirlerinden tekrar eskisi gibi olamayacak kadar uzaklaşacaklardı. Olmadı. Dostu Meral buna izin vermedi. Meral’in kolundan verdiği destek ile usulca ayağa kalktı. Birbirlerine döndükleri an kucaklaştılar. Yine gözyaşları süzülmeye başladı yanaklardan. Meral aşağı bakan Gülizar’ın başını kaldırdı. Eli ile sırtından yön vererek okula doğru yürümeye başladılar. Önce bu müthiş dostluğu sessizce izleyen Selda’ya sarıldı. Diğer kızlar da giriş kapısında birleşmişler, bahçede Meral, Selda ve Gülizar’ı görüp onlara doğru koşmaya başlamışlardı. Mualla, Fatma, Emel, Selda ve Meral tekrar tekrar sırayla Gülizar’a sarıldılar. Dostluklarını teyit ettikleri aşikârdı.

Tam bu sırada Cemile, her ne kadar göremeseler de iki numaralı yatakhanenin camından suratı asık onları izliyor ve kollarını göğsünde birleştirmiş, bu mutlu tablo karşısında içten içe çılgına dönüyordu. Aslında tek istediği onlar gibi samimi bir dostluk ortamı ve ona sadece o olduğu için değer veren insanların içinde olmaktı. Ama olmayınca kendisini kötü duyguların olduğu girdapta sürekli dibe batarken buluyordu. Sanki çırpındıkça daha da kontrolünden çıkan bir bataklıkta, içindeki tüm iyi şeyleri, dışarı çıkmasını engellercesine kötülük ile törpüleyen bir hali vardı.

E-kitabın bu bölüm için devamı, basılı kitap sözleşmesi gereği kaldırılmıştır. Türkiye’nin önde gelen seçkin dijital kitabevlerinden satın alarak devam etmek için ana sayfada bulunan “Kitap Satış” linkine tıklayabilirsiniz.