Üç ay sonra…

Başlangıçtan itibaren geçen süre: Dokuz yüz seksen altı gün.

Üçüncü sınıf, ikinci dönem sonları.

24 Mayıs 1975, Cumartesi, Çorum

Canan Hanım’ın dün son ders tüm sınıflara tebliğ ettiği, bugün için öğle yemeğinden hemen önce on bir buçukta konferans salonunda toplanılacağı bilgisi herkeste heyecan uyandırmıştı. Sonrasında herhangi bir tüyo alamadıkları için her kafadan farklı bir yorum çıkıyordu. Genel kanı, olumsuz bir durum ile karşılaşmayacakları yönündeydi. Zira Canan Hanım, merakla gelen tüm sorulara “Yarına kadar sabredin ve boşuna uğraşmayın, benden laf çıkmaz.” diye gülerek cevap vermişti. Özellikle mezun olacaklar, beklentilerinin aksine bir türlü netleşmeyen yılsonu balosu çalışmaları ile ilgili, her cevabın altından bir anlam çıkarmaya çalışıyorlardı. “Acaba,” diye düşündü birçoğu, “O gün bugün mü?”

Üç numaralı yatakhane sakinlerinin de ortak görüşü okul geneli ile paraleldi. Karne alıp dağılmalarına yirmi gün kalmıştı. Artık mezuniyet balosu ile ilgili her ne yapılacaksa başlanmalıydı. Saatler on biri gösterirken alt koridorda durum tespiti yapan Emel, arkadaşlarına konferans salonuna inmeyi hatırlatmak için yatakhaneye döndü:

“Arkadaşlar aşağısı hareketlendi. Mahmut Bey’i de gördüm koridorda. Sanırım toplantının konusu ağır. Yavaş yavaş inelim hep birlikte. Hazır mısınız?” Meral üzerine uzandığı için bozulan yatağının nevresimini düzeltip ranzanın arasından Emel’e seslendi:

“Okulun kapanmasına üç hafta kaldı ve sınavlar bitmek üzere. Cumartesi günü tüm okulu toplayıp duyuru yapılacaksa önemli ve ağır bir mevzu olmalı. Yılsonu balosu ile ilgilidir diyeceğim lakin geçen sene balo öncesinde böyle bir toplanma hatırlamıyorum, hatırlayan var mı? Bu arada ben hazırım.” Emel devam etti:

“Ben de hatırlamıyorum. Heyecan uyandırmak için ellerinden geleni yapmışlar.”

“Sendeki heyecanı görebiliyorum, kıpır kıpır yerinde duramıyorsun. Gidip geldin, aşağısı nasıl? Kalabalık mı?”

“Konferans salonunun önünde on beş yirmi kişi gördüm. Çok kalabalık değildi, yalnız merdivenlerden inenler vardı. Önlerden yer kapmak istiyorsak elimizi çabuk tutmamız gerekiyor.”

“Tamam, ben hazırım zaten bekliyorum. Sen Gülizar’a söyle, baksana daha giyinmemiş bile.” Adının geçtiği tarafa dönen Gülizar gülümsedi:

“Ben şimdi kalktım mı iki dakikada hazırım, yeter ki siz yola koyulun. Kapıya ulaşmadan önünüzde gölgemi göreceksiniz.”

Hep birlikte konferans salonundaki yerlerini aldılar. Henüz yönetim gelmediği için salonda yüksek bir uğultu hâkimdi. İlk giren Şerife Hanım gürültüyü duyunca irkildi, gözlerini kapatıp ağzını büzerek yönünü hızla kürsüye doğru değiştirdi. Dikkatlerini çektikten sonra, tüm salonu sessizce beklemeleri için uyardı. Biraz sonra Güneş Hanım ve Canan Hanım içeri girdi. Şerife Hanım’la birlikte en ön koltuğa oturdular.

Mutlak sessizlik, Mahmut Bey’in her zamanki şıklığı ve endamı ile salona girişi akabinde sağlandı. Kürsüye geldiğinde gülümseyerek on, on beş saniye kadar karşısındaki talebeleri izledi.

“Dünden beri kendi aranızda kim bilir ne sohbetler geçti. Bu yarınki toplantı da neyin nesi? Neden pazartesi değil de bugün? Acaba bu kadar önemli ne olabilir? Evet haklısınız. Çok uzatmadan izah edeyim çocuklar. Öncelikle hoş geldiniz. Birkaç haftadır, geçmişte verdiğim bir sözden yola çıkarak sizleri mutlu edecek bir organizasyon hazırlığı içindeydik. Tabii işimiz eğitim olunca tahminimizden fazla zaman aldı. Ama bitti.” Talebeler verilen sözü hatırlamaya ve durumu anlamaya çalışıyor, birbirlerine bakıp aynı anda kıpırdıyorlardı. Gözle görülür bu hareketliliğe uğultu da eklenince Mahmut Bey devam etmedi ve birkaç saniye sessiz kaldı. Bu sessizliği uyarı olarak doğru algılayan salon tekrar dinlemeye geçti.

“Evet, daha doğrusu birinci aşaması bitti. Şimdi sizin içinde olduğunuz ikinci aşamasına geçme vakti çocuklar. Verimli geçtiğini umduğum koskoca bir yılı daha hep birlikte geride bıraktınız. Çok çalıştınız, emek verdiniz. Son sınıflar birkaç hafta sonra, verdikleri bu emeğin sonuna kadar hak ettikleri karşılığı, yeni hayatlarını yaşamaya başlayacaklar. Allah bahtlarını açık etsin. Hak ettikleri bir şey daha var, tabii ki güzel bir veda balosu.”

Günlerdir bekledikleri bu son iki kelimeyi duyar duymaz salonda çığlıklar eşliğinde güçlü bir alkış koptu. Mahmut Bey bu kez sözlerine devam edebilmek için alkışın bitmesini bekledi. Bekledi… Bekledi…

“Çocuklar veda balosuna bu kadar sevindiyseniz sonrasını düşünemiyorum. Güneş Hanım ne diyorsunuz? Konuştuğumuz gibi mi yapalım? Yoksa?”

“Müdür Bey konuştuğumuz gibi yapalım ki sürpriz bozulmasın.”

“Ama siz şimdi sürpriz dediniz, heyecan iyice arttı öyle değil mi çocuklar?”

“Evet, evet.” tezahüratları ve alkışlar eşliğinde sürprizin açıklanması talep ediliyordu. Hep bir ağızdan koro şeklindeki melodi kulaklarda çınladı. Sürpriz, sürpriz, sürpriz…

“Çok güzel. Planımız işliyor Güneş Hanım. Güzel. Tüm bunlar biraz önce bahsettiğim birinci aşama hazırlığının bir parçası çocuklar, üzgünüm. Çok değil iki haftacık daha sabredeceksiniz. Çabuk geçeceğine emin olabilirsiniz çünkü boş durmak yok. Şimdi Güneş Hanım detayları paylaşacak. Keyifli geçeceğini düşündüğümüz üç haftalık bir süreç sizleri bekliyor. Buyurun Güneş Hanım.”

Tiyatro gösterisinin içindeymiş gibi hisseden talebeler, izlediklerine şaşırıp anlamaya çalışırken aslında Müdür Bey’in bahsettiği süreç çoktan başlamıştı. Çünkü her anı heyecan dolu ve keyifli bir sosyal aktivitenin ta kendisini yaşıyorlardı. Güneş Hanım kürsüye çıktığında kalpleri küt küt atarken ikinci perdenin açıldığını düşündüler:

“Merhaba çocuklar. Müdür Bey gerçekten esrarengiz bazı şeylerden bahsetti. Birinci aşama, ikinci aşama, planlar, sürprizler… İşin sonunda güzel bir veda balosu olacağı kesin gibi duruyor. Pekâlâ, bir ve ikinci sınıflar eğlenmeyecek mi? Tabii ki onlarsız olmaz. İki hafta sürecek ikinci aşama hazırlıklarının içeriğini tüm sınıflardan seçeceğimiz yetenekler oluşturacak. Gönüllülük ve yetenek esasına dayanan seçmelerden bahsediyoruz. Bu arkadaşlarımızın katkısı ile 7 Haziran Cumartesi akşamı gerçekleştireceğimiz veda balomuz çok renkli ve eğlenceli geçecek. İki sene önce 72-73 eğitim öğretim yılında yine Mahmut Bey’in öncülüğünde başlayan sosyal gelişim programında açtığımız kulüpler ile spor ve sanat dallarında birçok arkadaşımız yeteneklerini geliştirme fırsatı buldu. Milli Eğitim Müdürlüğü’nün düzenlediği birçok yarışmada dereceler elde ettiniz. Bu arkadaşların yanında aranızda çok güzel sesi olanlar, şarkı, türkü söyleyenler de var biliyorum. Onları da sahneye alacağız. Tiyatro yeteneği olanlardan oluşan gruplar kendi yazdıkları oyunları sahneleyecekler. Halk oyunları ekibimiz var. Şiirlerini okuyacak şairler olduğuna eminim. Ressamları da unutmayalım. İki haftada hazırlayacakları resimlerden bir sergi açacağız. ‘Ben yetenekliyim, hünerlerimi sahnede sergilemek istiyorum.’ diyen herkese kapımız açık. Ha unutmadan söyleyeyim, okulumuzun sosyal yönünün ne kadar güçlü olduğunu göstermek için bu gösteriye şehrimizin önde gelen protokolünü de davet edeceğiz. Müdür Bey en başta söyledi, neden bugün toplandığımızı düşünmüş olabilirsiniz. Çünkü hızlıca hazırlıklara başlamak için bugün öğleden sonra ve yarın seçmeleri bitirmeliyiz. Çok iyi çalışın çünkü sürpriz içinde sürprizler var. Heyecan zirve yaptı biliyorum, çok uzatmadan toplantıyı bitirelim. Herkes yemeğini yedikten sonra tok karnına şöyle bir düşünsün ve yetenekler ortaya çıksın. Utanmak, çekinmek yok anlaştık mı? Utananları arkadaşları bize bildirsin, ikna ederiz. Şimdi dağılabilirsiniz, afiyet olsun.”

 Koridordan yemekhaneye gitmeye çalışan kalabalığın içinden şimdiden yanık sesler duyulmaya başlamıştı bile. Birçok kişinin kafasında kendisi ile ilgili şimşekler çakıyor, bazıları ise en yakın arkadaşının olası yeteneğini sorguluyordu.

Üç numaralı yatakhane sakinleri yemeklerini yerken, masada henüz kimse için belirgin bir tespit yapılmamıştı. Cemile, Gülizar’a bakarak gülümsedi:

“Gülizar senin sesin iyiydi sanki. Geçen ranzada türkü söylüyordun.”

“Sen duyma diye sessiz söylüyordum, nasıl duydun? Sessiz söyleyince bana güzel geliyor ama hafif yükselince karga gibi oluyor. Sakın ha sesi iyi falan diye ağzından bir şey kaçmasın. Küserim, bir daha konuşmam bak.”

“Söylemem merak etme. Tamamda ne yapsak? Aklıma bir şey gelmiyor. Senin geliyor mu Meral? Katılacak mıyız?”

“Bireysel olarak benim de aklıma fikir gelmiyor. Ama ilerde hatırlayıp çocuklarımıza anlatacağımız bir anı kalması için katılmak isterim tabii ki. Hep birlikte tiyatro oyunu yapalım mı?”

“Herkes komedi tiyatro yapacak galiba, arkadan birkaç masadan duydum.”

“Olsun, bizde herkesin aksine dram yaparız, farklı olur. Olmaz mı? Kızlar ne diyorsunuz? Fatma? Mualla? Hey bırak etrafa bakmayı Selda? Emel? Ses ver. Gülşah? Hadi arkadaşlar fikri olan yok mu?” Hepsinden yeni bir fikir yerine ortama uyduklarını anlatan “Tiyatro olabilir.” cevabını alan Meral hemen işe koyulmak istiyordu:

“Hadi iki haftamız var, yatakhaneye çıkıp hızlıca çalışmalara başlayalım. Etkileyici bir hikâye yazıp, sunumu için çok iyi hazırlanmamız lazım.”

Çorum’da bahar iyiden iyiye kendini gösterdi. Okul bahçesi, temiz hava ve bol güneş eşliğinde veda balosuna, özellikle halk oyunları hazırlık çalışmalarına en yoğun ev sahipliği yapan yerdi. Ekibin içinde olmasa bile herkes birbirini izliyor, alkışlar ile arkadaşlarına moral vererek destekliyordu. Derslikler, konferans salonu, çok amaçlı salon, koridorlar, bahçe ve yatakhaneler… Neredeyse her köşede hünerlerini geliştiren birilerini görmek mümkündü.

7 Haziran 1975*, Cumartesi, Çorum (14 gün sonra)

* Başlangıçtan itibaren bininci gün.

E-kitabın bu bölüm için devamı, basılı kitap sözleşmesi gereği kaldırılmıştır. Türkiye’nin önde gelen seçkin dijital kitabevlerinden satın alarak devam etmek için ana sayfada bulunan “Kitap Satış” linkine tıklayabilirsiniz.