Meral, yatılı sağlık eğitimi almak üzere, babası Kadir Bey ile Trabzon’dan Çorum’a yola çıktığında, yalnızca on beş yaşındaydı. Bu yolculuk O’na, belki de bir başkasının kaderini yaşatacak yazgının kilidini kırması için, yeni bir “başlangıç” bahşetti. Daha önce köyündeki küçük dünyasından hiç çıkmamış bir kız çocuğunun, evinden kilometrelerce uzakta, tek başına yazacağı büyüme hikâyesinin başlangıcı!

Başlangıçtan 18 Gün Önce

24 Ağustos 1972, Perşembe, Beşikdüzü, Trabzon

Kadir Bey ve ailesi için çok özel bir gündü. Bir yıllık yoğun emekleri sonucu elde ettikleri fındık hasadı tamamlanmış, günlerce kurutup, çürüklerinden ayıklandıktan sonra nihayet çuvallanarak bugün satılacak duruma getirilmişti. Çuvallar, hep birlikte kamyonetin gelebildiği İmamoğluların evinin önüne kadar patika yoldan taşındı. Yirmi iki çuval saydılar. Mevlide Hanım’ın yaklaşık yedi kilo alan, yuvarlak, ahşaptan yapılmış kap ile bir çuvala on kere döktüğü düşünüldüğünde, küçük sapmalar ile yaklaşık bir buçuk ton fındıkları vardı. “Allah bereket versin inşallah.” dedi Kadir Bey’e dönerek. Kadir Bey de “Âmin. Ağzımızın tadı ile yemek nasip olur inşallah.” diye karşılık verdi. Kadir Bey evinin üst katında iki metrekarelik atölyesinde tüfek imalatı ve tamiri yapan, özellikle av tüfekleri konusunda çevrede çok iyi bilinen bir ustaydı. Ailesinin geçimini bu mesleği ile sağlamaya çalışsa da fındık hasadının aile bütçesine katkısı yadsınamazdı.

Heyecanlı bekleyişin ardından, uzaktan sesi duyulan kamyonet nihayet geldi. Çuvallar tek tek ve düzenli bir şekilde istiflendikten sonra “uğurlar olsun” nidaları eşliğinde Kadir Bey’i çarşıya yolcu ettiler.

Beşikdüzü nahiyesinin pazarı olan perşembe günü çarşıya inildiğinde uğranacak ilk yer Mevlide Hanım’ın kardeşi Alaattin Bey’in işlettiği bakkal dükkânıydı. Bu bakkal dükkânı, tüm köylü, dost ve akrabaların adeta bir buluşma noktası olmuştu. Diğer pazar işlerini hallederken poşetler ve çuvallar bu dükkâna emanet edilir, dolmuş kalkana kadar son vakitler burada geçirilirdi. Aynı zamanda köyün posta kutusu olan bakkalın adresi verilirken şöyle denirdi; “Alaattin Bey eliyle yaz!”

Kadir Bey fındıkları satıp borcu olan dükkânlarla helalleştikten sonra Alaattin Bey’in bakkalına geldi:

“Alaattin, Pazar ola.”

“Eyvallah Kadir. Hoş geldin.”

“Şu senin güzel peynirlerinden ve iri zeytinlerinden birer kilo ver de soframız şenlensin.” Alaattin Bey “Hemen” diyerek peynir tenekelerine yönelirken bir yandan konuşmaya devam etti:

“Bu arada fındığı verdin galiba, bereketli olsun. Sen otur, yazıhanede çay söylüyorum. İki kelamını almadan hiçbir yere göndermem ona göre.”

“Eyvallah, verdik Allah’a şükür. Köydekiler beni bekler, oyalanmadan döneyim.”

Çay ve muhabbet, fındık yorgunu Kadir Bey’in gözünde büyümüştü. Bir an önce köye dönmek için fırsat kolluyordu ki, onunla sohbet etmeyi çok seven Alaattin Bey ısrar edip bir şekilde bu fırsatı engelledi:

“Otur Kadir gidersin, köy kaçmıyor ya! Kaç randıman geldi?”

“Mevlide çok uğraştı, büyük emeği var sağ olsun. Elli iki randıman geldi.”

“Yapar benim kardeşim, Allah bereket versin. Bak bu arada az daha unutuyordum, size bir zarf geldi. Dur şuraya koymuştum, bir bakayım.” Beklemediği bir zarf haberi alan Kadir Bey biraz heyecanlandı:

“Hayırdır inşallah, ne zarfı?”

“Hayırdır tabii, hayır olmasa şimdiye kadar burada çekmecede beklemez, seni bulurdu.”

Zarfı açtığında, Meral’in Çorum Sağlık Okulu’nu kazandığını öğrendi. O an ne yapacağını bilemedi. Kazandığı için sevinmeli miydi?  Uzağa gideceği için üzülmeli mi? Bir süre duraksadı.

“Neymiş Kadir? Kimden gelmiş?”

“Meral. Çorum’u kazanmış, yatılı okulu.”

“Hayırlı olsun, hem sizlere hem de yeğenime. Sana da helal olsun Kadir. Bütün çocukları okutuyorsun, büyük adamsın vesselam.”

“Bu sefer kesin kalkayım, müsaade et, bu haberi tez vermem lazım.”

“Selamlarımı ve hürmetlerimi ilet. Tekrar hayırlı olsun. Poşetleri senin çuvalların üzerine koydum.”

Aldıklarının parasını uzattı ve toparlandıktan sonra durağa gidip dolmuşa yerleşti. Köye doğru çıkarken Meral’i düşündü. “Evden hiç ayrılmadı, oralarda yapabilir mi?” dedi kendi kendine. Sonra “Neden yapamasın benim kızım? Yapar, hem de en iyisini yapar” dedi yine içten içe ama daha gür bir sesle.

Patika yoldan yürüyüp bahçenin başına geldiğinde, babalarını gören çocuklar hem elindekileri taşımaya yardım etmek hem de “Değişik ne aldı acaba?” diye meraktan kontrol etmek için ona doğru koşmaya başladı. İlk Meral vardı ve babasının elinden tutarak şöyle dedi:

“Zeytin aldın mı baba?”

“Aldım kızım, almaz olur muyum? Tap taze buğday ekmeği de aldım.”

Mevlide Hanım da ön bahçedeki hareketlilikten Kadir Bey’in geldiğini anladı ve onlara doğru yaklaştı:

“Hoş geldin, pazarın nasıl geçti?”

“Hoş bulduk hanım, iyi geçti, Alaattin’in selamları var.”

“Aleykümselam.”

“Herkes toplansın, size güzel bir haberim var. Aslında iki güzel haber, birincisi yağlı fındık elli iki randıman geldi, hepinizin eline sağlık. İkincisi…”

Sabırsız bir ses yeni cümleye başlamasını bekleyemedi ve “Evet, tamam ikincisi baba, meraklandırma hadi.” diyerek araya girdi.

“Tamam, sabret kızım. Hazır mısınız? Söylüyorum. Meral’e fındığın bereketi ile güzel bir haber geldi. Çorum Sağlık Okulu’nu kazanmış, hayırlı uğurlu olsun kızım.”

Meral, tüm kafalar aynı anda kendisine döndüğünde, kalbi dışarı çıkacakmış gibi heyecanlandı. Önce hızlıca haberi veren babasına, sonra hemen yanındaki annesine sarıldı. Kafasını kaldırdığında annesinin üzgün ve ağlamaklı yüz ifadesini görünce kendisini tutamadı. Yüksek sesle ağlamaya başladığı anda, herkesin kulağında “Lütfen anne, ne olur üzülme. Bak, istersen gitmem.” haykırışı yankılandı. Kardeşleri de çok etkilenmişti. Hepsi yaklaştı ve ellerini Meral’in omzunda birleştirdiler. Bir yandan aynı anda sarılıp yumak olmak, diğer yandan da duygusu yüksek bu etkileşimi bölmemek için uzak durmak ister gibiydiler. Kadir Bey, çocukları gibi ikilemde kalmadı. Mevlide Hanım’ın bir an “Gitme kızım.” diyebileceğinden duyduğu endişe ile o daha cevap veremeden, biraz da latife ile karışık araya girdi:

“Hanım neden üzülüyorsun? Bak iyi düşün, iğne yaptırmak için çarşıya kadar inmek zorunda kalmayacağız. Hasta olursak da kızımız bize bakacaktır elbet.” dedi ve sonra Meral’e dönerek:

“Öyle değil mi kızım? Sen de Allah aşkına, “istersen gitmem” ne demek? Gideceksin, okuyup meslek sahibi olacaksın. Bakma sen annenin ağlamasına. O şimdi ilk duyduğu anda duygulanıp, hemen ayrılığa üzüldü. Bırak şimdi ağlasın. Ama emin ol, sen gidince herkese “Kızım ebe olacak!” diye gururla anlatacak.” diye devam etti ve konuyu soğutup dikkatleri dağıttı. Hemen arkasından, iki ana karakterin ikna olan bakışları ile aralarında tekrar bir göz teması kurmalarını engellemek için buğday ekmeğini Meral’in kucağına bırakıp “Hadi yardım edin, elimde kaldı bunlar. Hep birlikte içeri geçip yemek yiyelim, çok acıktım.” diyerek son noktayı koydu.

Elbette bu, konuyu tamamen kapatacak bir son nokta değildi. Belli ki anne kız, en azından yolculuk anına kadar bu baskıyı hissedecek ve belki de içten içe yaşamaya devam edecekti. Kalp atışında herhangi bir rahatlama olmayan Meral, taşımakta güçlük çektiği, lakin mis gibi kokan, taze Trabzon ekmeğinin simidinden bir parça kopardı. Normalde simidin diğer parçalarına saldıracak olan kardeşleri ise bir dokunulmazlık anlaşması yapmış gibi sessizce arkasından onu takip etti.

Meral, yaklaşık üç hafta sonra, hiçbir fikri olmadığı bambaşka bir hayata merhaba diyecekti. Bu başlangıca hazırlanmak için yeterli süresi olmadığını biliyordu. Yine de kendisini sınamak için, “o güne” kadar çoğunlukla yalnız kalmayı tercih etti. Annesi iş vermediği zamanlarda, elinde fındık çubuğu yaklaşık yirmi dönüm bahçeyi, tek başına uçtan uca geziyor, bir yandan da bu kaybolmalar bir işe yarar, belki üç beş mantar bulurum ümidiyle ormana gidip kuru yaprakların altını karıştırıyordu. Mantar bulamazsa ormanın kenarındaki dallardan tutunarak en uzaktaki bayır fındıklığa iniyor, ocaklardan birine yaslanarak birinin ismi ile çağıracağı ana kadar istemsizce hayaller kuruyordu. Heyecanla beklediği o güzel haberi aldığından bu yana kurduğu hayâlleri uzaklardaki yeni okulu süslemeye başlamıştı. Acaba yeni arkadaşları olacak mıydı? Öğretmenleri onu sevecek miydi?

O gün, Başlangıç!

10 Eylül 1972, Pazar, Beşikdüzü, Trabzon.

Artık vakit gelmişti.

E-kitabın bu bölüm için devamı, basılı kitap sözleşmesi gereği kaldırılmıştır. Türkiye’nin önde gelen seçkin dijital kitabevlerinden satın alarak devam etmek için ana sayfada bulunan “Kitap Satış” linkine tıklayabilirsiniz.