7 ay sonra…

2. Sınıf 1. Dönem sonu.

11 Aralık 1973, Salı, Çorum

İkinci sınıfın başlaması sonrası zaman su gibi, her zamankinden öyle hızlı akmıştı ki ilk yarıyılın sonuna gelinmişti bile. Çorum’da birkaç gündür yağan kar durmuş, doyasıya kartopu oynadıkları o yumuşak soğuk, yerini dondurucu ayaz ve rüzgâra bırakmıştı. Kartopu heveslerini aldıkları için dışarı çıkmalarını engelleyen bu durum, en azından haftaya başlayacak sınavlara çalışmalarına fırsat veriyordu. Akşam yemeğinden sonra ranzaya uzanıp cep fotoromanı okumak mı? Yoksa ders çalışmak mı? Herkes kendi tercihini yapıyordu. Ortak noktaları ise üşümemeleriydi, çünkü okulun her köşesi sıcacıktı.

Meral’in matematik hariç tüm dersleri çok iyiydi. Matematiği sevmemesini okulda bir matematik öğretmeni olmamasına bağlıyordu. Kafası ezbere çok yatkındı. Tarih, coğrafya gibi sözel derslerde söz almaktan ve metinler okumaktan hiç çekinmiyor, lakin matematik ve orada bulunma amaçları olan uygulamalı meslek derslerinde hastaya kötü bir şey olur korkusu ile çekimser kalıyordu. Asıl amacın, zaten kötü olan hastanın iyi olmasını sağlamak gerçeğini görmekte zorlanıyordu.

O gün meslek dersinde, okulun hemen karşısında bulunan Numune Hastanesi’ne uygulama eğitimine gittiler. Meral de arkadaşları gibi, kendilerine bir uygulama vazifesi verileceğini tahmin etmediklerinden rahattı. Hastanenin nöbetçi doktoru Ercan Bey, İbrahim Bey ile talim hemşiresi Şerife Hanım eşliğinde orta yaşlı bir kadın hastanın yanına geldiler. Doktor Ercan Bey, Şerife Hanım’a hastaya hangi ilacın ne ölçüde enjekte edilmesi gerektiğinin talimatını verdi. İbrahim Bey tam bu sırada uygulamayı izleyen tüm sınıfın içinden Meral’e doğru dönerek seslendi:

“Hadi kızım ne yapman gerektiği söylendi, talimatı yerine getirelim.” Meral başta olmak üzere bunu duyan tüm öğrencilerin arasında bir uğultu duyuldu. Bu beklenmedik talimat Meral’in meslek hayatında bir dönüm noktası olabilirdi. Şerife Hanım hemen gelip omzundan tutarak, onun yanında olduğu mesajını verdi. Meral ecza dolabından enjektör ve ilacı alarak hazırladı ve hastanın gözlerine baktı. Kadın tüm olanları izlerken önemli bir hizmetin kahramanı olduğunu düşünüyor ve belli ki durumdan memnuniyet duyuyordu. Gülümseyerek Meral’e “Sana güveniyorum kızım, hadi.” dedi.

Meral oldukça yüksek bir heyecan ve bir o kadar korku ile ilk iğnesini yapmak üzere hastaya yaklaştı. İlacı enjekte ettikten hemen sonra geri çekildiği sırada hasta birden titremeye başladı. Nefes alamıyordu sanki. Talim hemşiresi Şerife Hanım hızlı bir şekilde hastayı yan çevirdi ve Doktor Ercan Bey müdahale etmeye başladı. Bu arada Meral elinde enjektör ile kala kalmıştı. Tüm öğrenciler korku içinde geri çekildi. Odada tam bir panik havası vardı. İbrahim Bey bir taraftan hastanın tansiyonunu ölçerken, Ercan Bey göz bebeklerini ve nabzını kontrol ediyordu. Ercan Bey bağırdı.

“Herkes çıksın. Çabuk çıkın!”

Fatma hala şokta olan Meral’in kolundan tutarak çekti ve koridora kadar götürdü. Meral boş boş etrafına bakıyor ve “Ben ne yaptım?” diyordu. Fatma iki omzundan silkeledi ve kendine gel diye bağırdı. Beklediği kadar kısa sürede bunu başaramayan Meral’e sert bir tokat attı. Meral birkaç saniye sessizlikten sonra boşalan sinirlerinin de etkisi ile ağlamaya başladı. Odadan çıkan Şerife Hanım, Fatma’ya dönerek “Onu yatakhaneye götürün ve yanından ayrılmayın.” diye seslendi. Mualla ve Gülizar endişeli gözler ile birbirine baktı. Bu bir tevkif mi yoksa bir müşahede miydi? Bu anlam karmaşası içinde, iki koluna girerek yavaş adımlar ile hastaneden çıktılar ve okul bahçesinden yatakhaneye kadar Meral’e eşlik ettiler. Bahçedeki ve koridorlardaki talebeler meraklı gözler ile onları izliyordu. Birkaçı yanlarına gelip ne olduğunu sorsa da istedikleri cevabı alamadılar. Meral ve arkadaşları için yatakhanede oturup hastaneden gelecek herhangi bir haber için gergin ve sessiz bir bekleyiş başladı.

Emel haber alabilmek için bir yol bulmaya çalışıyordu. Mahmut Bey’in ana kapıdan geldiğini gördü ve arkadaşlarına “Şimdi geliyorum.” diyerek koşmaya başladı. Aşağı inip yanına geldiğinde soluk soluğa kalmıştı. Biraz nefeslendikten sonra hastanın nasıl olduğunu sordu. Mahmut Bey hastanın yoğun bakımda olduğunu ve daha geniş tetkikler yapıldığını söyledi. Merak etmemeleri gerektiğini ileterek Meral’in odasına gelmesini istedi. Emel tekrar koşmaya başladı ve hızlıca yatakhaneye çıktı. Geldiğini gören Meral ve arkadaşları heyecanla kapıya yöneldi. Emel içeri girer girmez eliyle arkasından kapıyı hızla ittirip kapattı ve kızların yanına geldi:

“Merak etmeyin, iyiymiş!” Meral sağ elini göğüs kafesine koyarak derin bir nefes aldı:

“Çok Şükür!”

“Yalnız yoğun bakımdaymış ve ilave tetkikler yapılıyormuş. Bunun neden kaynaklandığını tetkik sonuçları sonrası öğrenecekler sanırım. Hiç merak etme, senin bir kusurun olduğunu düşünmüyorum. Hepimiz oradaydık.” Gülizar araya girerek teselli etme gayretini sürdürdü:

 “Evet Meral lütfen kendini heba etme. İçini rahat tut kuzum”. Fatma’da Meral’in elinden tuttu ve “Hem bak hasta da iyiymiş” diyerek sonuca vurgu ile rahatlamasını sağlamaya çalıştı.

“Bu arada Müdür Bey seni odasında bekliyordu sahi. Heyecandan söylemeyi unuttum.”

“Ne diyorsun? Gerçekten mi? Aman Allah’ım kim bilir neler söyleyecek şimdi bana?” Kimseden biraz önceki onca teselli cümlesinin devamı, aksinin olabileceğine dair umut dolu bir ses çıkmadı. Meral başını öne eğdi ve Mahmut Bey’in odasına yöneldi. Kapının önüne geldiğinde başını yukarı doğru kaldırdı ve içeri girdi.

“Gel kızım.”

“Çok üzgünüm efendim, ne olduğunu anlayamadım. Böyle olmasını istemedim.”

“Kızım Ercan Bey ve İbrahim Bey ile konuştum, inan onlar da ne olduğunu anlamamış. Şimdi tetkik sonuçlarını bekleyeceğiz. Sen içini ferah tut. Bu tür riskler hayatımızın bir parçası maalesef. Hiç olmasın isteriz, lakin her zaman işler istediğimiz gibi gitmez.”

“Korktum lakin tam Şerife Hanım’ın öğrettiği gibi yapmaya da çalıştım. Bir şey olmaz değil mi? Olur mu? Ya bir şey olursa?”

“Söylediğim gibi sen içini rahat tut. Şimdi git dinlen. Erkenden uyu. Yarın ola hayrola.”

Belli ki o gece kolay geçmeyecekti. Meral’in sabaha kadar gözüne uyku girmedi. Sürekli gözünün önünde teyzenin sureti ve gülümsemesi beliriyordu. Bir kâbusun başlangıcı olacağı belli söylediği o “Sana güveniyorum kızım, hadi.” cümlesi kulaklarında çınlıyordu. Sonra biraz dalıyor ve beklenen kâbus ile karşılaşıyordu. Teyze bu kez ona “Sen ne biçim ebesin? Beni öldürdün! Beni öldürdün!” diye sesleniyordu. Tilki uykusunun arasında kısa kısa bu kâbusu tekrar tekrar yaşadı. Her uyanışında diğer tarafa doğru yatıyordu. Yüz üstü, sırt üstü, sağ, sol lakin bir türlü sabah olmuyordu.

12 Aralık 1973, Çarşamba, Çorum (1 gün sonra)

Meral, günün ilk ışığı ile kalktı. Elini yüzünü yıkadı ve giyinerek aşağı indi. Koridorda onu görenler dönüp tekrar bakıyordu. Uzakta yan yana konuşan iki arkadaşın bakıp kendi arasında fısıldaştığını gördü. Birden üst sınıflar dâhil tüm okulun konuştuğu öğrenci olmuştu. Yaptığını düşündükleri hatadan bahsediyorlardı. Meral dayanamadı ve dedikodusunu yaptıkları her hallerinden belli ikilinin yanına gitti. Üst sınıfta, sayıca fazla ve kendisinden uzun boylu olmalarına aldırış etmedi:

“Bir sorun mu var? Cesaretiniz varsa yüzüme karşı söyleyin. Dedikodu mu yapıyorsunuz? Hadi, hadi dinliyorum. Neden sustunuz? Konuşun hadi!” Kızlar bir anlık suçluluk duygusu ile cevap dahi veremedi. Bu diyaloğa şahit olan diğer kızlar Meral’in dik duruşundan ve öz güveninden etkilenmişti. Hemen kafalarını farklı yönlere çevirip dağıldılar. Meral karşısındaki iki kızdan herhangi bir cevap alamadığı için bir omuz hareketi ile sırtını döndü ve yürümeye devam etti. Bu arada içini bir huzur kapladığını ve rahatladığını hissetti.

Şerife Hanım’ın odasına gitti. Kapalı kapıyı üç kere tıkladı. Ses gelmeyince açıp içeri doğru kafasını uzattı. Yerinde yoktu. Dün yaşanan olaydan bu yana kendisini görmemişti. Oysaki düşüncelerine çok değer verdiği talim hemşiresinin en azından yatakhaneye gelmesini ve kendisine moral vermesini beklemişti. Yemekhaneye doğru yöneldi. Kızlar kahvaltıya oturmuştu. Meral de onlara katıldı. Kızlara Şerife Hanım’ı görüp görmediklerini sordu. Görmediklerini öğrenince düşünmeye başladı. Bir eli yanağında, diğer elinde çatal peyniri didiklerken içinden kendi kendine konuşmaya başladı:

“Bu işte bir tuhaflık var. Kahvaltı saatinden önce mutlaka odasında olurdu ve kahvaltı başladığında mutfak ve yemekhaneyi kontrol ederdi.” Ve sonra çatalı bıraktı. “Kızlar benim ders başlamadan İbrahim Bey’i bulmam gerek. Sınıfta görüşürüz.” Kızlar ağızlarındaki lokmayı yutup nedenini soramadan o, koşar adımlar ile İbrahim Bey’in odasının yolunu tutmuştu bile. Heyecanla kapısını çaldı. O da yoktu!

E-kitabın bu bölüm için devamı, basılı kitap sözleşmesi gereği kaldırılmıştır. Türkiye’nin önde gelen seçkin dijital kitabevlerinden satın alarak devam etmek için ana sayfada bulunan “Kitap Satış” linkine tıklayabilirsiniz.