3 ay sonra…
3. Sınıf 1. Dönem başı.
21 Ekim 1974, Pazartesi, Çorum.
Cumhuriyet’in elli birinci yılı kutlamaları için Çorum stadındaki Cumhuriyet yürüyüşünde okulu temsilen seçilmiş talebelerin hummalı hazırlığı devam ediyordu. Meral ve arkadaşları için ancak son sınıfta fırsat bulabildikleri bu okul dışı etkinlik zaten heyecan verici iken, hemen sonrasında konserler ve gösteriler olacağını öğrendiklerinde bu heyecan ikiye katlandı. Duyumlara göre, bayram korteji ve kutlamaları, stat içinde düzenlenecek çeşitli etkinlikler, folklor gibi gösteriler izleyecek, akşama doğru fener alayı ile akabinde gönüllere taht kuran Barış Manço ve Kurtalan Ekspres konseri ile final yapılacaktı. Çok eğlenceli olacağı aşikâr olan böyle bir günü doyasıya, lakin bir an önce yaşamak isteyen sıkı dostlar, yatakhanede çok öncesinden bunun hayâlini kurmaya başlamıştı. Onları en çok heyecanlandıran final konseriydi. Barış Manço ve Kurtalan Ekspres’e o kadar hayranlardı ve onları yakından görmeyi, seslerini canlı dinlemeyi o kadar istiyorlardı ki hep bir ağızdan koro şeklinde şarkılarını söylüyorlardı. O hafta tüm koridorlarda aynı şarkılar söylenmeye devam etti.
Her okulun kendi bahçesinde yaptığı provaların ardından, bayram günü olan haftaya salının birkaç gün öncesinde, tüm okulların katılımı ile statta genel bir prova yapılacaktı. Bu prova ile okulların koordineli bir şekilde hareket etmeleri, yürüyüşleri ve çıkışları sağlanarak olası bir karışıklığın önüne geçilmesi hedefleniyordu. Beden eğitimi öğretmenlerinin en büyük beklentisi, tüm bu çalışmalara rağmen işlerin yolunda gitmediği, nizamı bozan bir okul varsa, o okulun kendi okulu olmamasıydı. Sürekli tekrar yaparak bu ihtimali düşürmeye çalışıyorlardı.
Öğleden sonra yine birkaç saatlik çalışma yapmak için arka bahçede toplandıkları sırada Mahmut Bey köşeden göründü ve beden eğitimi öğretmenine dönerek şöyle seslendi:
“Hocam çok kısa bir duyurum var. Derse devam eden talebeler için sınıflarda yaptık, sizinle de paylaşalım, bilmiyordum olmasın.”
“Tabii ki Müdür Bey, buyurun lütfen.”
“Çocuklar, haftaya bizim de dâhil olduğumuz stat içi bayram kutlamalarından sonra akşamüstü fener alayı yapacağız ve sonrasında başlayacak konserler kişi başı on lira gibi bir ücrete tabi olacak. On lira çok para. Bir aylık harçlık, yani veremeyecek talebeler olacaktır. Kısıtlı bir katılım olacağını düşünüyorum, gönül isterdi ki herkes gitsin izlesin ama elden gelen sadece imkânı olanları götürmek. Bana kalsa herkes gidemiyorsa kimse gitmesin ama diğer okullar da aynı şekilde isteğe bağlı katılım kararı aldı. Yalnız gidemeyenler sakın üzülmesin, yılsonunda tüm okulumuza, bunun acısını çıkaracak bir sürprizim olacak.”
Beş ay önceki gümüş kolye vakasında Nazlı’nın okuldan ayrılması ile iki numaralı yatakhanede kalan Cemile ve Gülşah, son yılı kendilerini daha yakın hissettikleri kişilerin yanında geçirmek için, daha çok iki numaralı yatakhanede kalanlar ile samimi olan Meltem ve Aysel ile yer değiştirmişti. Her iki grubunda işine gelen bu değişiklik sonrası üç numaralı yatakhane; Meral, Gülizar, Mualla, Emel ve Fatma’dan oluşan başlangıç kadrosuna, aralarına yedi ay önce katılan Selda ve son olarak Cemile ile Gülşah’ın eklenmesiyle, tek masada birleşen sekiz kişilik bir dost meclisine dönüştü.
Müdür Bey’in bu ani ve beklenmeyen haberi sonrasında, herkes hayıflanarak birbirine bakmaya başladı. Üzgünlerdi ve tüm hayalleri suya düşmüştü, zira ay sonu konsere verecek on liraları yoktu. Bu etkinliğin bir ücretsiz halk konseri olduğunu düşündüklerinden hazırlık yapmak hiç akıllarına gelmemişti. Biriktirdikleri üç beş lirayı açık havada seyyar satıcılardan canlarının çekeceği muhtemel bir simit, belki bir elma ya da pamuk şekeri için ayırmışlardı.
Meral, yürüyüş düzeninde yanında olan Cemile’ye dönerek ilk tepkisini verdi:
“Pamuk şekerin tadı kaçtı!” Cemile iki omzunu yukarı kaldırarak “Kısmet, takma kafana.” anlamında bir vücut hareketi ile cevap verdi. Müdür Bey’in “İyi çalışmalar.” temennisi ile arkasını dönmesinin ardından, beden eğitimi öğretmeninin birkaç dakika öncesinde sağladığı sessiz ortam bozuldu ve talebelerin kendi aralarındaki uğultusuna dönüştü. Öğretmenin “Tamam, anladık üzüldünüz, ama bakın Müdür Bey ‘Yılsonunda bir sürprizim olacak.’ dedi duydunuz. Şimdi çalışmaya kaldığımız yerden devam edelim.” yönergesi ile ve akşam yemekte devam etmek üzere toparlandılar.
Çalışma bitip ders zili ile dağılan diğer talebeleri gördüklerinde haberin okulun genelinin moralini bozduğu aşikârdı. Yüzler gülmüyordu. Koridorlardaki en çocukça, lakin en çok tercih edilen elim sende oyununu oynayan yoktu örneğin. Yerine alışık olmadıkları bir sessizlik hâkimdi.
Bu sırada hayal kırıklığı durumunun farkında olan okul yönetimi Mahmut Bey’in odasında toplanmıştı. Toplantıda, uzun yıllardır meslek dersi öğretmeni görevini sürdüren, 1974-1975 eğitim öğretim yılının başından itibaren, yani yaklaşık bir aydır müdür yardımcısı görevi tevdi edilen Güneş Hanım da vardı. Geçen seneden bu yana değişiklik için altyapı hazırlıklarına mesai harcayan Mahmut Bey nihayet bu dönemin başında istediği kadroyu alabilmişti. İstese Canan Hanım’ı geri göreve gönderecek yetkiyi aldığı halde, aynı görevde, sadece biraz geri planda tutarak, sorumluluklarını Güneş Hanım’a devretmek ile yetinmişti. Canan Hanım müdür bey ile bir yıldır iletişim sorunu yaşadığının ve zihnen anlaşamadıklarının farkında olduğu için konumu uğruna savaşmadı. Lakin oluruna bırakıp, tevdi edilen görevi en iyi şekilde yapmaya odaklanmış olması da belli ki yeterli gelmeyecekti. Bu durum Müdür Bey’in gözleri ve sözlerinin hep diğer tarafa yönelmesinden net bir şekilde anlaşılıyordu:
“Güneş Hanım çocuklar çok heveslenmiş, şimdi bakıyorum hepsinin yüzleri asık, başları önde. Keşke daha önce tebliğ etseydik, beklenti içine hiç girmeselerdi öyle değil mi?”
“Çok haklısınız Mahmut Bey. Bu mutsuzluğun Cumhuriyet coşkusunun önüne geçmesinden endişelenmiyor değilim.” İstemsizce sesli gülümseyen Canan Hanım, gözler kendine çevrilince yine yakalandığının farkına vardı ve eliyle ağzını kapatıp kafasını diğer tarafa çevirdi. “Hayır, başka bir şey düşünüyordum, affedersiniz.” İç sesinin feryadına hâkim olamıyordu. “Ha hay yesinler. Çok haklısınız Mahmut Bey… Ama Cumhuriyet coşkusu için endişeleniyorum… Gerçekten çok yaratıcı…”
“Yok, artık durum o kadar vahim bir hal alır mı bilemedim Güneş Hanım? Sanmıyorum. Birkaç gün üzülüp sonra unuturlar diye düşünüyorum. Buna rağmen yine de evet bir şeyler yapmak lazım. Ama ne?”
“Söylesem mi? Canan başına iş alma boş ver. Ya da söyle ne olacak ki?” ikileminden kurtulmak için iç sesi ile bir süre münakaşa eden ve sonra kararını veren Canan Hanım:
“Mahmut Bey, geçen sene çocukların bir isteği olmuştu. O an beklemeye almıştınız ama bir yandan da para biriktiriyoruz öyle değil mi? Biraz sıkıştırıp onu öne çeksek? Hem de şu an üçüncü sınıflar da biraz izlemiş olurlar. Neşeleri yerine gelir, mutlu olurlar. Ne dersiniz?”
“O, Canan Hanım nereden aklınıza geldi? Fazla bir eksiğimiz de kalmadı haklısınız, gerekirse ben tamamlarım. Şu üçüncü sınıf durumunu iyi söylediniz. Onu geçen sene bizden talep eden talebeler şimdi üçüncü sınıf değil mi?”
“Evet, bu sene mezun olacaklar.”
“Bak şimdi, yılsonunda alsak ve görseler. Demezler mi bizim gitmemizi mi beklediniz?”
“Ben olsam derim efendim.” Güneş Hanım, Müdür Bey’in gözlerindeki heyecanı gördü ve fikri ile onu desteklemek istedi:
“Mahmut Bey, ben de sizin gibi, çocukların zihnen başarılı olması için manen mutlu olmalarının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Eğer uygun bulursanız eksik olması durumunda ben de katkı sağlamak isterim. Hatta diğer arkadaşlar ile konuşursak eminim katılmak isteyecekler olacaktır. Öyle değil mi Canan Hanım?” Canan Hanım, elbette hiç düşünmeden katkı sağlayacağı bu teklife, kaynağının Güneş Hanın olmasından ötürü birkaç saniye tepkisiz kalmıştı. Güneş Hanım, bu tepkisizliği fırsata çevirme maksadıyla, ilave birkaç saniye daha beklemeden devam etti:
“Tabii ki zorlama yok Mahmut Bey, isteğe bağlı olarak destek isteyeceğiz. Belki de sözlü olarak destekleyip, maddi olarak topa girmek istemeyecek kişiler de olacaktır.”
Canan Hanım sessizliğini korudu. Mahmut Bey ise, ikisi arasındaki rekabetin bu şekilde bir diyaloğu atışmaya çevirebileceğini aklına bile getirmediğinden odaklandığı maddi destek ile ilgili kısmı uzatmadan sonlandırmak istedi:
“Tamam, duruma bir bakalım tekrar oturur konuşuruz. Şimdi görev yerlerine dönelim lütfen. Kolay gelsin.”
Akşam yemeği için yemekhanede buluşan üç numaralı yatakhane sakinlerinden çıt çıkmıyordu. Sol elleri yanaklarında, sağ ellerindeki çatal ile tabağın dibinde kalan yemek kalıntılarından bilinçsizce şekiller çiziyorlardı. Sanatçının kolay yetişmediği bu zamanda, belki elinde uygun bir fırça ve tuval olsa, aynı bilinçsizlik ile ortaya bir sanat eseri çıkması içten bile değildi.
“Ne düşünüyorsunuz kızlar?” diyerek ortamı hareketlendirmeye çalışan Gülizar’a ilk cevabı veren Meral oldu:
“Pamuk şekeri. Ve giderek ondan uzaklaştığımızı düşünüyorum.”
“Neden kuzum? Akşam konser yerine, belki fener alayında bulup yeriz, üzülme.”
“Fener alayında yiyemeyiz Gülizar. Boş vaktimiz olmayacak, elimizde fener ile kontrol altında yürüyeceğiz. Gruptan ayrılmamıza asla izin vermezler. En iyi yer konserden önce stadın içiydi. Orada bir sürü seyyar satıcı da olacaktı.” Fatma, pamuk şekerinden ziyade, konsere çözüm bulmak için düşünüyordu. Aklına şimdi gelen fikri olgunlaşmadan arkadaşları ile paylaşmakta sakınca görmedi. Sonucunda ne çıkar emin olmadan devam etti:
“Arkadaşlar hemen karalar bağlamayalım, durun bakalım. Barış Manço’dan, Kurtalan Ekspres’ten bahsediyoruz. Hemen vaz mı geçeceğiz? Adamlar Çorum’a bir daha gelmez. Pekâlâ, biz onların olduğu yerde olur muyuz? Kim bilir? Yatakhaneye çıkalım, herkes ekim harçlıklarından ne kaldı ortaya bir döksün. Belki farklı bir formül buluruz. Hadi!”
Fatma’nın fikri onları o an nereye götürecekti? Kimse çıkarımda bulunmadı ama itiraz da etmedi. Sonuç olarak denemeye karar verdiler. Çantaların, ceplerin derinliklerine kadar tüm bozukluklar dâhil toplam kırk beş lira çıkarabildiler. Bu, dört kişilik bilet ile içerde abur cubur için birer lira anlamına geliyordu. Emel sessiz bir şekilde gidilmek istendiğini düşündüğü yolu açarak işi kolaylaştırmak istedi:
“Kızlar görüyorum ki benden çok daha fazla isteyenler, gidince benden çok daha fazla mutlu olacaklar var. O nedenle eğer kura çekip dört kişiyi göndermek isterseniz, ben hakkımdan feragat ederim.” Bu beklenmedik ve bir o kadar duygusal talep karşısında herkesin bir miktar gözleri buğulanmıştı. Fikir sahibi Fatma hemen öne atıldı:
“Emel sakın yanlış anlama kuzum, benim amacım birilerine yol yapmak değil. Sakın ha, üzülürüm.”
…
E-kitabın bu bölüm için devamı, basılı kitap sözleşmesi gereği kaldırılmıştır. Türkiye’nin önde gelen seçkin dijital kitabevlerinden satın alarak devam etmek için ana sayfada bulunan “Kitap Satış” linkine tıklayabilirsiniz.